Toplumsal yaşamın önemli bir öğesi olan cinsel yaşamı da çok çarpıcı bir konu olduğu için, bu her iki toplumdan bazı örneklerle göz önüne sermeğe çalıştık. Avrupa ile aramızda büyük uyumsuzluklar olduğu ortadadır. Toplumsal yaşamın önemli bir parametresi olan cinsel yaşamı irdelediğimizde de, Avrupa ülkeleri ile Türkiye’de cinsel yaşam arasında çok büyük farklılıklar olduğu, bu kitaptaki örneklerle daha da açıklığa kavuşmuştur.
Antik Yunan, Roma ve Hıristiyan kültürleri üzerine inşa edilmiş olan Avrupa kültüründe, cinsellik, bizim kültürümüze göre çok değişik bir evrim geçirmiş ve bizden farklı bir durumdadır.
Araştırıcı bir yazar olarak şu “doğru” veya bu “yanlış” şeklinde bir fikir yürütme konumunda değiliz. Zaten her toplumun, cinsellikle ilgili yazılı olmayan kurallarını zaman içinde kendisinin koyduğu görüşündeyiz. Dolayısıyla cinsellikle ilgili davranışlarda herhangi bir topluma herhangi bir davranış şeklinin doğru olduğunu kabul ettirmeye çalışmak, en azından tıbbi seksoloji açısından büyük bir yanlıştır. Ayrıca böyle bir çaba hiçbir zaman işe yaramaz. Çünkü herkes kendi doğruları yönünde davranışlar içinde olacaktır.
Doğu ve Batı kültürleri arasında bulunan Türkiye birçok konuda ne Avrupalı bir ülke, ne de Asyalı bir ülke konumundadır. Coğrafi durumu nedeniyle ve kültürlerin kesiştiği noktada bulunan Türkiye’yi bir “Avrasya” ülkesi olarak görmek daha gerçekçi olur diye düşünebiliriz.
Cinsellikle ilgili kural ve kavramlarda da Türkiye’de son yıllarda büyük değişimler olmuştur. Ancak bu konuda da ülkede halkın çoğu Batının kabul ettiği evrensel değerlere uymamakta veya cinsellikle ilgili Batı ülkelerindeki yaşam şeklini benimsememektedir. Cinsellikle ilgili konularda da bir Avrasya görünümü ülkemizde saptanmaktadır. Türkiye’de cinsel yaşamla ilgili yaptığım araştırmaları 2005 yılında “Türkiye’de Cinsellik” ve 2006’da yayınlanan “Cinselliği Keşfetmenin Yolları” adlı kitaplarımda toplamıştım. Bu çok kapsamlı kitapta Uygur Türklerinden, Selçuklu ve Osmanlıdan günümüze, cinselliği Türkiye’deki ayrıntılarıyla sunmuştum. Ancak burada, bu çalışma ile, Avrupa ülkelerinin tarihsel süreç içinde cinsel yaşamlarını yansıtırken, son yıllarda ülkemizde yaşanmış cinsel yaşamla ilgili bazı olayların örneklerinden birkaçını vermeden geçemeyeceğim.
Otuz küsur yıldır tıbbi seksolojiyle uğraşmakta ve bu konuda kitaplar yazmaktayım. Aynı zamanda, ilk bölümde de değindiğim gibi, kadınlardaki işlevsel cinsel bozuklukların tedavisini yapmaktayım. Yani orgazm olamama, cinsel istek azlığı, vajinizm gibi sağlık sorunlarıyla uğraşmaktayım. Bu nedenle ülkemizde insanların yaşadığı cinsel sorunları, bu konularla ilgili, bütün acıları yakından görüp izlemekteyim. Yeni bir yüzyıla girdik. Türkiye’de genel olarak eğitim sorunu olduğunu hepimiz biliyoruz. Kanımca cinsel eğitim sorunu, internet ve uydu kanalları yayınları sonucu, cinsellikle ilgili iletişimin artıp hızlanmasına rağmen, cinsellik Türkiye’de hala tabu olduğu için, cinsellikle ilgili sorunlar her yaştan insan için ülkemizde “çok büyük sorunlar yumağı” olarak hala önümüzde durmaktadır.
Kadının ülkemizdeki cinsellikle ilgili sorunlarda yaşadığı zorluklar ortadadır. Toplumumuz evrimi içinde özellikle onuncu yüzyıla kadar Orta Asya’da yaşadığımız dönemlerde Türkler Gök Tanrıya inanan binlerce yıllık şamanist bir inanç sistemi içindeydiler. Aşağı yukarı onuncu yüzyıla kadar süren şamanist sistemde Türklerin tek eşli olarak ve cinselliği doğallığı içinde algıladıklarını ve yaşadıklarını saptıyoruz. Bu dönemde Türk toplumunda kadın erkeğin aile kurumu içinde veya dışında eşit olduğunu görmekteyiz. Onuncu yüzyıla kadar süren bu eşitlik, bazı görüşlere göre, Cumhuriyetin kurulmasından sonra Atatürk’ün reformları ile tekrar kadınlara verilmiştir, denebilir. Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasından bu yana nerede ise yüzyıla yakın bir zaman geçmiş olmasına rağmen, kadınlar cumhuriyet kanunlarının kendilerine verdiği eşitlikten tam olarak ne yazık ki yararlanamamaktadırlar. Kadınların ülkemizde bu hakları tam olarak algıladığı genel olarak herhalde pek söylenemez. Son yıllarda toplumda görülen işsizlik ve ekonomik sorunlar sonucu, değer yargılarında ve ahlâk anlayışında dönüşümler görülmüş ve toplumumuzda aile yapısında bazı değişimler olmuştur. Toplumda “paraya tapar” bir kesim oluşmuştur denebilir. Başbakan, lisansüstü eğitim için 2008 başında, yurt dışına giden öğrencilere ilginç bir değerlendirme yapıyordu: “Biz maalesef batının ilmini, sanatını almadık, değerlerimize ters düşen ahlâksızlıklarını aldık.” derken, çok doğru söylüyordu. Ancak, acaba suçlu kimdi ? Ne tür ahlâksızlıklardan söz ediyordu acaba ?
Zıtlıklar, tezatlar ve cahillikle dolu ülkemizdeki cinsel yaşamdan yukarıda ismini verdiğim kitaplarımda çok ilginç örnekler bulabilirsiniz.