TÜRKLERDE FELSEFİ DÜŞÜNCE ve TÜRK DÜNYASI

Yaşamım sırasında belki bizler için, yani Türkiye ve Türkler için en önemli olay Türk dünyasının Sovyetlerin çökmesi ile özgürlüğüne kavuşması diye düşünüyorum. Fakat cumhuriyet kanunları ile ülkemizde kadınlar elde ettikleri hakların nasıl hala farkında değillerse, Türkiye de diğer Türk devletlerinin özgürlüğüne kavuşmasının Türkiye için ne kadar önemli olduğunu hala kavramış değil.

Bu bakımdan burada biraz Türk dünyasından söz etmek istiyorum. Çünkü bu konudaki düşüncelerimi birçok yazı, makale, konferans ve kitaplarımda dile getirdim. Ancak sanki aydın geçinenler dâhil, bu önemli tarihi değişimin pek fazla farkında olan yok. Çünkü her şeyin bir doğası vardır. Türkiye’nin doğası ise diğer Türk toplulukları ile doğal bir iletişimde olması gerekir. Toplumun gelişmesi için, kültür, sanat, edebiyatla donanmış ve dilini iyi kullanan düşünmeğe çalışan insanların yetişmiş olması gerekir. Ayrıca toplumsal ve ekonomik yapı, düşünen insanlara destek olacak düzeyde olmalıdır. Bugün Türkiye’de Türk dünyası irdelenirken geçmişte Farabi, İbni Sina gibi büyük Türk düşünürlerinin Türkistan, yani Orta Asya’dan çıktığını görüyoruz. 2008 yılında kaybettiğimiz Kırgız Türkü yazar ve şair Cengiz Aytmatov’un bir Türk düşünürü olarak bütün Türk dünyasını düşünen ve yansıtan bir düşünür olarak görüyoruz. Türklerde felsefi düşünce derken sadece Türkiye’yi ele alamayız, bütün Türk Dünyasını kapsamlı olarak incelemeliyiz. Bu olgu günümüzün felsefecilerinin, Üniversitelerin, Türk Dünyası Kültür Bakanlıklarının, siyasetçilerin, sivil toplum örgütlerinin önemli bir görevidir diye düşünüyorum.

Belki önce Türk dünyasının felsefi düşüncesini anlamamız gerektiğini pek çok yerde ifade ettim. Bu konuda açılımları olan felsefeci Süleyman Hayri Bolay’a göre, “Türk tarihinden ve Türk dünyasından bahsederken, bu çerçevede Türk düşüncesinin ve Türk düşünce tarihinin de bütünlüğünden mutlaka bahsetmek lazımdır. Bunun için şu sorulara cevap aramak gerekir; 1- Türk düşünce tarihi yazılmış mıdır? 2- Hele bu bütünlük anlayışı içinde ele alınmış mıdır? 3- Ele alındıysa hangi yöntemler kullanılmıştır? 4- Hangi ölçüler dairesinde ele alınmıştır? Türk düşünce tarihinin sınırları nelerdir? 5- Boyutlan nelerdir? 6- İçeriği nelerdir? 7- Kimler Türk düşüncesi tarihinde yer alacaktır? 8- Bunların ölçüsü ne olmalıdır? 9- Türk düşüncesinin kaynakları nelerdir? 10- Yerli ve yabancı kaynaklar tespit edilmiş midir? 11- Türkçe (eski harfli), Arapça, Farsça kaynaklar üzerinde ciddi, ilmi çalışmalar yapılmış mıdır? 12- Türk düşüncesinin başlıca kavramları tespit edilmiş midir? 13- Türk Cumhuriyetleri ile şive, alfabe, kavram farkları tespit edilmiş midir? Daha bunlara benzer birçok sorun ortaya atılabilir. Mühim olan bunlara müspet ve doyurucu cevaplar verebilmektir.”[1] Bu sorular felsefeciler ve üniversiteler için önemli görevler ve çalışmalar gerektiğini ortaya atıyordu.

Bugün Türkiye Sovyetlerin yıkılmasından sonra Türk dünyası devletleri için, yani Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan ve kendi ülkesi içinde yaşayan insanların refahı için Türk dünyasının sorunları ile ilgilenmek durumundadır. Ancak Orta Asya’daki yani gerçek adı ile Türkistan topraklarındaki petrol ve doğal gaz gibi zengin tabii kaynaklar Çin, Rusya, ABD ve AB’nin emperyalist girişimlerini bu bölgeye yönlendirmektedir. Türkiye ekonomik ilişkileri kuvvetlendirirken bu Türk ülkeleri ile ortak Türk kimliğini yeniden tanımlama ve kurma durumundadır.

Bu olaylar gelişirken her Türk toplumunun doğal hakkı olan Türk toplumlarının, yani Kazakistan’dan, Kırgızistan’dan Türkiye’ye KKTC’ne kadar Türk toplumlarının refaha ulaşması bütün Türklerin beklentisidir. Türk kimliği çerçevesi içine bütün Türk toplulukları girmektedir. Yani Türkçe konuşan bütün Türk toplulukları, Kırgızlar, Yakutlar, Kazaklar, Türkmenler, Özbekler, Azerbaycan Türkleri, Kıbrıs ve Türkiye Türkleri, Balkan Türkleri, Irak Türkmenleri hepsi üst kimlik olarak “Türk Kimliği” içinde görülür.

Aynı Germen Kimliği alt grubu olarak Alman, Bavyeralı, Prusyalı, Avusturyalı, gibi.. Her nedense başka toplumların üst veya alt kimlik grupları kimseyi fazla ilgilendirmezken Türk kimliği son yıllarda birden bire Türkiye içinde bile anlaşılmayan bir şekilde bir atışma konusu olmuştur. Esasında anlaşılmayan bir konu yoktur. Çünkü “Türk kimliğine yapılan saldırılar doğrudan Türklüğe yapılan saldırılardır.”[2]

Azerbaycan’da iktidara gelen bütüncül bir Türklük anlayışına sahip olan merhum ElçibeyAzerbaycan Devleti anayasasında yer alan ‘Devletin dili Azerbaycan dilidir.’ ibaresini değiştirmiş, yerine “Azeri Türkçesi” ibaresini koydurmuştur. Türkçü bir siyaset felsefesi olan Elçi beyin İran, Rusya, Ermenistan ve Batılı ülkelerin ittifakı sonucu iktidardan uzaklaştırılması ve Haydar Aliyev’in iktidara gelmesinden sonra Elçibey’in anayasaya koydurduğu Azeri Türkçe’si ibaresi kaldırılmış yerine yeniden Sovyet döneminde olduğu gibi Azerbaycan dili ibaresi konulmuştur.”[3] Yeni Anayasa çalışmaları çerçevesinde Türkçe herhalde resmi dil olarak kalacaktır.

Türk devletlerine günümüzde “Türkçe konuşan” devletler denilmektedir. Bu devletlerin halkları neden Türkçenin değişik lehçelerini konuşuyorlar? Çünkü Türk oldukları için Türkçe konuşmaktadırlar. Herhalde Türkçenin değişik lehçelerini akşam lisan kursunda öğrenmediler! Sovyet işgali sırasında 80 yıl Sovyet politikası sonucu boy isimleri öne çıkarıldığı için ne yazık ki oradaki nüfusun çoğu bireyi Türk olduğunun farkında değil. Bazıları tarafından neredeyse ana dilleri olan Türkçeyi sanki akşam gece kursunda öğrenmişler(!) havası yaratılmağa çalışılıyor. O bölgeleri işgal eden komünist Rus ve Çinliler ve ayrıca Batılılar “Türk” sözcüğünden korktuğu, haz etmediği için onların yöneticileri de Türk demekten çekiniyorlar. Kimliklerini Özbek, Kazak gibi “boy” isimleri ile ifade etmeğe çalışıyorlar. Batının ve Doğunun bu siyasetine tek karşı çıkanlar Türkiye Cumhuriyetini kuran Türklerdir; herhalde Atatürk ve arkadaşları sayesinde denebilir.

Türkistan özellikle Horasan ve Taşkent, Buhara ve Semerkant gibi kentler, geçmişte Türk felsefi dünyasının çok etkin merkezleri idi. Türkiye’de yaşayan Türk düşünürleri ve felsefecileri artık bütün Avrasya’daki Türk düşünürleri ve Türk felsefi düşüncesi ile daha yakından ilgilenerek Türk Dünyasının kültürel gelişimine katkı yapmak durumundadırlar. Bu iletişim kendimize özgü felsefemizin evrenselleşmesi yönünde aşamalar yapılmasını sağlayacaktır. Bütün Türk Dünyasını kucaklayan Kırgız Türkü Cengiz Aytmatov bu açıdan baktığımızda şair ve yazar olduğu kadar çağımızın en önemli örnek Türk düşünürlerindendir.

Türk dünyasını anlamak için artık bütün Türk Devletlerini kapsayan bir açıdan daha geniş bir Türk dünyasına bakmak ve onu tanımak zorundayız. Türkiye ve diğer Türk Cumhuriyetlerindeki yazar, düşünür, felsefeci, siyasetçi, medyayı oluşturan basın mensupları ve televizyoncular ve de varsa aydınlar (!) bu olguyu algılamalıdırlar. Yakınlaşmayı kolay beceremesek de gerçek olan Doğu Türkistan’a kadar dayanan büyük bir Türk dünyasının oluşudur. Türk devletlerinin felsefe dünyasının temeli, dili ile dini ile gelenekleri ile ortak Türk kültürüdür. Türkiye, komşuları, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ve Rusya ile ticari ve siyasi ilişkilerini arttırarak, ayrıca kökümüz, özümüz, dilimiz, dinimiz aynı olan Orta Asya’daki yani Türkistan’daki Türk Cumhuriyetleri ile özde aynı olan kültürel bağlarımızı kuvvetlendirerek yeni açılımlara yönelmek durumundadır. Açılım ancak bu yönde olmalıdır. Açılım bütünleşme için olur, bölünmek için değil.

Türk dünyasının geleceğini irdelerken önemli olan nokta geçmişimize bakarken geleceğimizi gereken hedeflerimiz doğrultusunda planlayabilmemizdir. İleriye dönük yenidünya görüşleri geleceğe yönelik yeni düşünce çeşitlilikleri yaratabilmemiz için geçmiş düşünürlerimizi ve insanlarımızı iyi tanımamız gerekir. Bugün Türkiye’nin coğrafi ve kültürel açıdan da doğu ve batı arasında olduğunu söyleyebiliriz.

Beri yanda ise bütün dünyada evrensel değerlerin evrensel olarak yayıldığını izliyoruz. Örneğin insan hakları, hukuk devleti düzeni, demokrasi gibi evrensel kavramların her ülkede aynı şekilde uygulanması gerekir. Bu evrenselleşme sonuçta dünyanın her yerindeki bireyin yararına olacaktır. Ancak örneğin demokrasiden söz edersek Türkiye’de de seçimler yapılmakta, ancak batı Avrupa demokrasi anlayışı ne siyasi partiler içinde, ne sivil toplum örgütleri içinde, ne de toplumun birçok katmanında ülkemizde gözükmemektedir. Bu örnekten çıkarak günümüzde ülkemizde evrensel görüşlerin tam anlamıyla kabul edildiği söylenemez. Umarız ülkemizde gelişmelerin geleceği evrensel boyutlar çerçevesinde olur. Gelecekte Türk felsefi düşüncesinde gelişebilmek için sadece dünyanın değişik felsefi düşüncelerini tanımak yetmez. Daha iyi bir gelecek için İslamiyet öncesine kadar giden binlerce yıllık Gök-Tanrıya inanan kadim Şamanist Türk topluluklarının felsefi düşüncelerini ve düşünürlerini tanıyıp analiz etmek gerekir. Bu bağlamda geniş Türk dünyasındaki Türk topluluklarının da felsefi düşüncesini tanımamız önemlidir. Herhalde kendi geçmiş felsefi düşünce sistemlerimizi tanıyabilirsek ve evrensel değerleri hazmedebilirsek Türk felsefi düşüncesinin geleceğini inşa edecek düşünürler yetiştirebiliriz. Bu zahmetli gelişimi tamamlayamazsak sadece dünyadaki birtakım felsefi düşünceleri taklit etmekten ileriye gidemeyiz.

Türkiye’de belki de gerçek bir “aydınlanma” yaşamadığımız için, toplumun genelde dünya görüşleri ilim, bilim ve akılcılığa dayanmıyor denebilir. İnsanımız büyük çoğunlukla dünyaya akılcı olarak değil, kendine dar çerçeve içinde verilmiş inanç ve değerler açısından bakıp bir tür “hissi kablel vuku” ile yorumluyor. Bu nedenle duygusalız ve tepkilerimiz akılcı değil, duygusal oluyor. Olaylara ve dünyaya sanki yüzeysel bakıyoruz. Siyasi olaylardan futbol maçına kadar bu açıdan bakıyoruz.

Dünyayı ve olayları derinlemesine analiz yapmadan, genelde olayların nedenlerine inmeden değerlendirmeler yapıyoruz. Bilmediğimiz konularda “ben bunu bilmiyorum” diyemiyoruz. Seçimde oy vermekten, futboldan, kadın erkek ilişkisine kadar, akılcılık yerine, sezilerimizle, mantık olmadan, adeta mistik bir ruh hali içinde değerlendirmeler yapıp, akılcı olmayan bu sonuçları karşımızdakine veya topluma nerede ise zorla veya mümkünse zorbalıkla kabul ettirmeğe uğraşıyoruz. Bireyler gibi siyasilerde de aynı zorlayıcılığı görebiliyoruz. Siyasetçi ve seçilenler halka hizmet etmek yerine vatandaşa sen bunu yap şunu yapma deme hakkını kendinde görüyor.

Adalet kavramı ise, Anayasa düzeninden, hâkimlerin Adalet Bakanlığı etkisinde oluşundan iş yaşamına ve ailedeki yaşam düzenine, bireyin haklarının gözetilmesi gereğine kadar, evrensel konumda değil gibi… Hukukun üstünlüğü olgusu hala tartışılıyor.

Bu çalışmamda veya bazı sohbetlerimde, makalelerimde ben tarihten çok örnekler vermek zorunda kalıyorum. Bunun gayesi insanlarda tarih bilinci yaratmak ve bu şekilde, geçmişten ders alarak geleceğe yönelirken, eski yanlışların tekrarlamaması düşüncesidir. Bu bilinç olmazsa, bizde olduğu gibi siyasi olaylar, yabancı ülkelerle olan ilişkilerdeki ayrıntı ve pürüzler unutulur. Aynı iç siyasette siyasi partilerin yaptığı yanlışları kısa zamanda halkın unutması gibi. Gidin Meclisteki vekillere sorun, acaba kaç tanesi şu anda bir tarih veya felsefe kitabı okuyordur? Bizde tarih sadece hamasi nutuklarla öğünmek için kullanılır, ders almak için değil! Etrafınızdakilere ve siyasetçilere, yazarlara, felsefecilere sorun, acaba 93 Harbini, Batı Trakya’nın elimizden kayıp gidişini veya Musul Kerkük meselesini kaç kişi biliyor!?! Geleceği şekillendirebilmek için geçmişi bilmemiz gerekir.

Türkiye ilerleyebilmek, dünyayı yöneten ülkeler arasına girebilmek için kesinlikle çağdaş felsefe, evrensel ilim ve akılcılığı yakalamak zorundadır. Bu hedefe varabilmek için düşünürlere, düşünce insanlarına çok gereksinim var. Yüksek binalar, otoyollar, metrolar inşa ederek medeniyet düzeyimiz yükselemez. Her şeyden önce düşünce düzeyinde evrensel değerlere ulaşmamız gerekir.

Düşünür Nermi Uygur’a göre, “Türk düşüncesinin ve felsefesinin gelişmesi geçmişteki kendi felsefemizi ve filozoflarımızı iyi bilmemize ve değerlendirmemize bağlıdır.”[4]

Batı toplumları sanayi toplumu olarak Türkiye’de de sanayi olmasına rağmen ülkemizden farklı kültürel değerler ortaya çıkarmıştır. Türkiye’de son yıllarda Batı gibi kısmen maddi değerlere değer veren “paraya tapar” kesimler oluşturmuşsa da, genelde Türk toplumunda aile, manevi ve insani değerler hala ön planda gözükmektedir denebilir. Cumhuriyetten sonra Batı’dan gelen akımlar, örneğin demokrasi oldukça yol almışsa da, ülkemizde demokrasi anlayışı henüz Batı Avrupa anlamında yerleşmiş denemez.

Son yıllarda bazı toplumsal veriler insanı ürkütüyor. Bunlardan sadece bir tanesine değinelim: “Hırsızlık olgusu”. Devleti soyanlar, yolsuzluklar ve büyük soyguncuları bir tarafa bırakırsak 2010 başı verilerine göre İstanbul’da yirmi bin abone kaçak elektrik kullanıyormuş. Güneydoğu Anadolu’da bu daha da fazladır. Verilere göre Şırnak’ta kaçak elektrik kullananların oranı: % 71, Mardin’de % 72 imiş. Bu yüksek oranlarlara insan inanmak istemiyor. Kaçak elektrik kullanmak acaba hırsızlık mı? Yoksa gariban edebiyatı yapanların sığınacağı bir zorunluluk mu? Bu yaygın hırsızlık olayına karışanlar acaba seçimlerde neye göre oy verirler? Veya bu insanların yaşam felsefesi nedir? Veya bu tür ıslah edilmesi gereken insanların arasından bu toplumun felsefi düşüncesini geliştirecek, katkıda bulunacak bir düşünür çıkabilir mi?

Bir tarafta Osmanlı’dan gelen merkeziyetçi sistem anlayışı, kırsalda ağalık ve aşiret düzeni gerçek anlamda bireyin oluşmasına, kadına ve kadın haklarına saygı gösterilmesine giden bir kültürel ortam yaratmamaktadır. Bu yapı çerçevesinde toplumun genel görüşü veya kararları akılcı ve bilimci olmaktan uzaktadır. Bu gerçeği vurgulamadan geçemiyoruz. Umarız kendi geleneksel kültürümüzü temelde koruyarak iletişimle küçülen dünyamızda insan hakları, kadın hakları ve evrensel hukuk çerçevesinde evrensel değerleri kazanarak kültürel gelişmemizde, aşama sağlarız.

Prof. Ümit Özdağ ve Yaşar Kalafat Türk felsefi düşüncesi ile ilgili Türk Cumhuriyetlerinde neler yapılabileceği konusunda ilginç pratik öneriler getirmektedirler. Bu konuda çalışma yapabileceklere faydalı olabileceği kanısıyla birkaç satır alıntı yaparak sunuyorum: “Bundan sonra ne yapmak lazımdır, neler yapılabilir? 1) Türkiye temsilcilerinin veya temsilcisinin başkanlığında belli başlı Türk Cumhuriyetleri temsilcilerinin iştirak edecekleri bir üst komisyon kurmalı. Bu komisyonun üye sayısı en fazla 8-10 kişi olabilir. 2) Bu komisyona bağlı cumhuriyetin envanterini çıkaracak ve kendi ülkelerindeki çalışmaları yürütecek alt komisyonlar teşkil edilmelidir. 3)Alt komisyonlar kendi ülkelerinde; Düşünce hayatı bakımından yapılan çalışmaların,

Hangi yazarların düşünür olarak incelenebileceğinin,

Düşünür kabul edilmenin ölçülerinin,

Kendi düşünce adamların tesirlerinin,

Kendi düşünce hayatları ile ilgili yerli ve yabancı kaynaklarının neler olabileceğinin tespiti konusunda çalışmalar yapmalıdır.

4)Alt komisyonların çalışmaları 3 veya 4 ayda bir üst komisyona raporlar halinde sunulmalı, bu raporlar kısa zamanda değerlendirilip, en geç iki sene içinde düşünür olarak incelenerek kimselerin yazılması için araştırmacılar tespit edilip siparişler verilmelidir.

5) Türk dünyası düşünce tarihi 10-15 ciltlik bir ansiklopedi tarzında tasarlanabilir. Yahut kronolojik sıraya ve devirlere göre de yazılabilir.

6)Bu ansiklopedi veya düşünce tarihi, en geç yedi-sekiz yılda tamamlanacak bir şekilde planlanabilir;

7) Türk dünyası düşünce tarihi, Kültür Bakanlıkları, Bilim akademileri; Avrasya Araştırmaları Merkezi, Atatürk Kültür Kurumu gibi kurumlar tarafından desteklenmeli ve mutlaka bir sahibi olmalıdır.

8) Türk Dünyası Düşünce veya Felsefe Tarihi veya Türk Düşüncesi Tarihi, Türkiye Türkçesi, Azerbaycan, Kırgızistan, Türkmenistan, Uygur Türkleri, Kazakistan lehçelerinde, yayımlanmalı; ama esas Türkiye Türkçesi olmalıdır. Ayrıca Rusça, İngilizce ve Arapça tercümeleri de bu dillerde yayımlanma imkânları araştırmalıdır;

9)Atatürk Kültür Kurumunun ve Kültür Bakanlığı’nın yürüttüğü “Türk Dünyası edebiyatları” isimli bir proje var. Bu proje, şimdi ne safhadadır? Bu gibi çalışmalardan, onların malzemesinden faydalanılmalıdır.

10) Düşünce tarihi yazmanın zorlukları vardır. Bunların bir kaçına başta işaret edilmişti. Düşünce tarihi, ifade edildiği gibi, çok kapsamlı ve muhtevalıdır. Yazarın eserindeki, şairin şiirindeki fikir iyi tahlil edilmelidir. Fikrin; Kaynağı, Özgünlüğü yani orijinal olup olmadığı, hangi sorunları çözdüğü, değeri, etkileri, iyi tespit edilmelidir.”[5]

Felsefede sorgulamak, sorunları görmek, onları ortaya atmak önemlidir. Felsefe sorulara cevap vermekten çok ele aldığı düşünceyi eleştirel bir bakış açısı ile değerlendirir. Türk felsefi düşüncesinin değişik dönemlerini ve akımlarını irdelerken biz de konuları sorgulayarak, soruları ortaya atarak, okuyucunun kendisini konuları değerlendirmeğe yöneltmeğe çabaladık.

Son elli yılda Türkiye’de yayınlanmış felsefe kitaplarının çoğu Batı felsefesi ile ilgili. Son yıllarda ortaya çıkan esoterik çağ anlayışı ile aydınlanmadan uzaklaşan “New Age” denen felsefi akım bize nasıl yansıyor? Postmodernizmin toplumumuza yansıması felsefe açısından ne düzeydedir?

“Zeitgeist” denen, her ne kadar Almanca sözcüklerden oluşsa da Amerika’dan kaynaklanan “zamanın ruhu” bir kurgu mudur? Yoksa Yeni Dünyanın çöküşünü öteleyen dar çerçeveli bir olgu mudur? Son yılların bu düşünce akımları bizi, bizim düşünürleri ne ölçüde etkiliyor?

Sonuç olarak, milli ve manevi değerlerimizi, Türk töresini, yani adalet, eşitlik, hoşgörü, iyilik ve faydalılık kavramlarını, akılcı ve evrensel değerlerle, evrensel hukuk ve demokrasi ortamı oluşursa ve bilimin ilerici atılımcı verileri ile yoğurabilecek düşünürler çıkarsa, Türklerin felsefi düşünce dünyasının geleceğini şekillendirecekler, gelişmemize önderlik edeceklerdir.

Tabii ortaya çıkabilir, ortam bulur ve kendilerini anlatabilirseler!

Düşünür gibi düşünmeğe çalışanlar, yani gerçek aydınlar, eğer Ön-Türk uygarlığının felsefi dünyasından Farabi’ye ve diğer Türk düşünürlerine, Tasavvuf ve İslam Felsefesine kadar hepsini tanıyıp anlamağa çalışırlarsa, kendi felsefi düşünce dünyamızın üzerine bize uyan felsefeleri geliştirebilirler.

Türk kültürü sanatı ve gelenekleri ile çok eskiye dayanan baskın bir kültürdür. Orta Asya’da yani Türkistan’daki Türkler de 80 yıl Sovyet komünist idaresi altında kalmalarına rağmen kültürlerini korumuşlardır. “II. Dünya harbinden itibaren kızıl Çin’in işgaline uğramış ve bugün hala işgal altında ezilen Doğu Türkistan’daki Uygur Türkleri ise yapılan nükleer denemeler inanılmaz işkenceler ve baskılara rağmen direnişlerini sürdürme çabasındadırlar.” [6], [7] Ne yazık ki siyasi nedenlerle ve Çin’in BM Daimi Üyesi olması ve veto hakkını kullanması sonucu bu insanlık ayıbına Dünya ülkeleri ve Türkiye bir çözüm getirememektedir.

Türkiye geniş kapsamlı düşünerek Türkiye’nin Türk kültür politikasını ve siyasetini noksansız olarak ve de diğer Türk Cumhuriyetleri ile danışarak ve işbirliği içinde tespit etmesi gerekir. İkinci adım olarak kültür politikamızla ilgili kapsama boyutu ve uygulamasının nasıl olacağı ayrıntılarıyla planlanan stratejiler belirlenmelidir.

Bütün Türk devletleri ve dünyanın değişik yerlerinde yaşayan Türkiye’den ve diğer Türk devletlerinden gitmiş olan Türk topluluklarına da ulaşacak bir çalışma yapılmalıdır.

Avrasya’daki yaygın Türk coğrafyasında ortak Türk kültürünün gelişmesi veya geliştirilebilmesi için önce, Türk Devletlerinin oluşturduğu topluluğun kültürel, ticari ve siyasi gelişimini sağlamak gerekir. Bunun için de, daha önce birçok kitabımda yazdığım önerilere burada da değinmek isterim.

Türkiye Cumhuriyeti Devletini yönetenlere ve kardeş Orta Asya Türk Cumhuriyetlerine özellikle şu çağrılar yapılmalıdır:

“1-Türk Cumhuriyetleri ve toplulukları arasındaki iletişim ve ilişkilerin kuvvetlendirilmesi amacıyla, her kardeş Türk Cumhuriyetinde bir Türk Dünyası Bakanlığı’nın kurulması.

2-Türk Dünyası Yüksek Konseyi, Türk Dünyası Parlamenterler Birliği için gerekli adımlar atılması.

3-Siyasi partilerin aralarındaki ilişkileri geliştirmeleri ve üst düzey örgütlenmelere gitmelerine imkân ve zemin hazırlanması.

4-Türk cumhuriyetleri arasında uygulanan vize ve pasaport uygulamalarına son verilmesi ve en önemlisi gümrük duvarlarının kaldırılması, serbest ticaretin desteklenmesi.

5-Ekonomik ilişkilerin geliştirilmesine yönelik bir Türk Dünyası Bankası kurulup, ortak para kullanımı için somut adımlar atılması.

6-Türk dünyası arasındaki hukuki anlaşmazlıkları çözüme kavuşturmak amacıyla bir Türk Dünyası Adalet Divanı kurulması.

7-Türk dünyasındaki okullarda müfredat birliğinin sağlanmasına yönelik bir Türk Dünyası Eğitim Teşkilatının oluşturulması.

8-Türk Cumhuriyetleri Bilim ve Kültür Teşkilatı kurulmalıdır.

9-Ortak Türk alfabesi oluşturulmak, karşılaştırmalı sözlükler hazırlamak için Türk Dünyası Dil Kurumunun faaliyete geçirilmesi. Türk Dünyası’nın bütün unsurlarını kapsayan bir Genel Türk Tarihi yazılarak, okullarda ders kitabı olarak okutulması.

10-Türk Cumhuriyetleri Kütüphaneler ağı ve bilgi iletişim ağı kurulmalıdır.

11-Tırmanışa geçen misyonerliğin önüne geçmek ve mezhep çatışmalarını ortadan kaldırmak için Türkçe, dini aydınlanma çalışmaları tapılması.

12-TRT Avrasya kanalının kültürel tanıtıma uygun hale getirilerek, bütün Türk bölgelerinden program desteği sağlanması. Her Türk Cumhuriyetine özgü sanat ve kültür programları yapılmalıdır. Bütün Türk topluluklarının kültür ve sanat eserlerinin bütün ülke TV’lerinden halka geniş olarak tanıtılması gerekir.

13-Ortak dil, kültür, sanat ve edebiyat eserlerini teşvik edecek Nobel benzeri Türk Dünyası Hizmet, Edebiyat, Sanat Ödülü kurumlarının kurulması.

14-Türk Cumhuriyetinde bulunan bilim adamlarını tek çatı altında toplayacak bir “Türk Dünyası Bilimler Akademisi”nin oluşması için bir an önce Üniversitelerimizin harekete geçmesi.

15-Meslek birliklerinin Türk Cumhuriyetindeki meslek birliklerini bir araya getirecek Türk Dünyası Meslek Birlikleri’nin kuruluşu için öncülük etmesi.

16-Türk dünyasındaki iletişimi kolaylaştırmak amacıyla bir Türk Dünyası Haber Ajansı kurulması. Türk Dünyası: Türkiye, KKTC, Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan, Tacikistan

17-Türkiye Türkçesi ile diğer Türk lehçeleri arasında elektronik tercüme sistemlerinin oluşturulması.

18-Dünyanın neresinde olursa olsun Türkoloji konusunda mevcut ve kurulmakta olan ve yeni kurulacak veri tabanlarının birleştirilmesi ve bu konudaki veri tabanının sürekli geliştirilmesi ve yararlanmağa sunulması sağlanmalıdır.

19-Türk Dünyasının geleceği ile ilgili ortak stratejiler belirlemek ve çözüm aramak üzere bir Türk Dünyası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü kurulması.

20-Türk Cumhuriyetlerinde değişik Meslek Odaları arasında iletişimin sağlanması. Kongrelere ağırlık verilmelidir.

21-Meslek Odalarının kurulması

22-Türk dünyasında her iki yılda veya dört yılda bir Türk Dünyası Spor olimpiyatları düzenlenmesi.

23-Ticari nakliyat ve yolcu ulaşım ağının geliştirilmesi

24-Bütün Türk cumhuriyetlerinde her ülkeden sanatçıların katılacağı Türk Dünyası müzik şölenleri, konserler yapılmalıdır.

25- Türk Dünyası Enerji Konseyi kurulmalıdır.” [8] , [9]

26- İstanbul Türkçesinin veya en yaygın lehçe olan İstanbul lehçesinin “ortak üst Türkçe” iletişimin kolaylaşmasını sağlayan Türk ülkelerine ihraç edilen Türk film ve dizilerine vergi iadesi ve teşvik sağlanmalı.

“Bütün bu istekler Türk insanının, en tabii ‘insan hakları’ talebidir. Bu istekler bütün Türk Devlet Hükümetlerinin öncelikli görevi olmalıdır.” Bu yönde çalışmaları hızlandırmak için, Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan ve KKTC’den gelecek yapıcı önerileri desteklemeliyiz.

Yüzünü sadece Batı’ya çevirip, Batı kültürü içinde yetişmiş düşünürleri, değerli de olsalar, Batı taklitçiliği ile bize aktarmağa çalışmak, Tanzimat’tan beri olduğu gibi havanda su dövmek olacaktır. Batı’dan çıkmış evrensel değerlere dönüşmüş felsefi düşünceleri ise kendi kültür ve felsefemize uyarlayarak, yoğurarak çağdaş evrensel düşünceleri halkımıza ulaştırabilmeliyiz.

Osmanlı Devletini dışarıdan savaşarak yıkamayan emperyalist ülkeler, misyonerleri tarafından düzenlediği isyanlarla Osmanlıyı yıkmışlardır. Özellikle Sırp, Hırvat, Bulgar, Yunan, Ermeni ve Arap ayaklanmaları Batılı Hıristiyan misyonerler tarafından organize edilip gerçekleştirilmiştir. Bunu artık bilmeyen yoktur denebilir. Son kırk elli yıldır, sürekli olarak “Türkiye dışarıdan yönetiliyor” diye duyarız. O zaman Türkiye’nin vatandaşları ülkesine sahip çıkmalıdır. Sen Genç Osman lakaplı Sultan II. Osman Hanın veya intihar etti denen Sultan Abdülaziz Hanın nasıl katledildiğini bilmiyorsan, dünya tarihinde ilk defa tek tanrı düşüncesini geliştirip Gök Tanrıya inanan Ön- Türk Uygarlığı hakkında bir şey bilmiyorsan, en azından Maturîdî’yi, Kaşgarlı Mahmut’u, Ali Kuşçu’yu, Gazalî’yi, Kızıl Elmayı, “Şark Meselesini”, “Tanzimat yanılgısını” anlayamamışsan, bu konular üzerine eğilmelisin diye düşünüyorum. Türklerin yazılı kaynaklarda M.Ö. 1766’da tarih sahnesine çıkışını, Türklerin Türkistan’dan yani Orta Asya’dan 8000 yıldır, yüzyıllardır iklim sorunları nedeniyle Anadolu’ya göçünü, 1071 yılının Türklerin Türkiye’ye ilk değil son gelişi olduğunu bilmiyorsan, Tehafüt geleneğini bilmiyorsan, artık bir şeyler öğrenme zamanın gelmiştir. İstanbul’un Ön-Türkler tarafından kurulduğunu bilmiyorsan, 10. Yüzyılda tarihçi Mesudi’nin İstanbul’a Asten-Bulen, 14. yüzyılda İbni Batuda’nın İstanbul’umuza İztanbul, 15. Yüzyılda seyyah J. Limberg’in İstanbul’a İstamboli dediğini bilmiyorsan, buradaki “Konstantinapolis masalını” yutan kalabalıktan birisin, İstanbullu değilsin. Musul, Kerkük ve Batı Trakya’nın elimizden kayışını bilmiyorsan, 93 harbinde yaşananları bilmiyorsan, Çanakkale müdafaasında 250000 şehit verirken Mondros mütarekesi sonucu nasıl bir aymazlıkla İstanbul’un işgal edildiğini bilmiyorsan, tarihini öğrenmelisin. Yakın geçmişe bakınca demokrasi oyunu nasıl oynanmış, neden İstanbul’da 112.000 seçmen bir milletvekili çıkarırken, Şırnak’ta neden sadece 22.000 kişi bir milletvekili çıkarıyor anlayamıyorsan, neden hala % 10 baraj var seçimde, neden siyasi partiler kanunu demokratik bir düzeyde gelişmez, neden seçim kanunu daha demokratik bir hale gelmez? Atatürk’ün Kasım 1938’de vefatından iki ay sonra yeni Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün Fransa ve İngiltere ile imzaladığı kültür(!) anlaşması sonrasında Türkiye’nin 15 yıl süren bağımsızlığının nasıl sona erdiğini ve sonraki gelişmeleri anlıyor muyuz? Gerçek demokrasi için insanların gelişmesi, birey olması gerekir. Birey olamazsan sürüdeki bir koyundan farkın olmaz.

Aydınlara selam olsun… Günaydın….

[1] Bolay, S.Hayri: Türk Düşüncesinde Gezintiler, s.11, Nobel Yayın, İstanbul 2007

[2] Yeniçeri, Prof. Dr. Özcan: Türk Kimliğine Yönelik Saldırılar., Türk Yurdu, Cilt:29, Sayı:261, s.9-12, Mayıs 2009

[3] Nesib Nesibli : Azerbaycan’ın Milli Kimlik sorunu, Azerbaycan Dosyası-Azerbaycan Özel, cilt: 7, sayı:1, s.147-149

[4] Uygur, Nermi: Türk Felsefesinin Boyutları, YKY, İstanbul, 2002

[5] Özdağ, Ümit, Y.Kalafat: Türk Dünyasının Bazı Düşünce Meseleleri, İçinde Yayınlandığı Kitap: Türk Düşüncesinde Gezintiler,s.16-17, S.Hayri Bolay, Nobel Yayın, Ankara, 2007

[6] Özey, Prof.Dr. Ramazan:Türk Dünyası Coğrafyası, Aktif yayınları, İstanbul 2006

[7] Özdağ, Muzaffer:Türk Dünyası ve Doğu Türkistan Jeopolitiği.,Doğu Türkistan Vakfı Yayınları, no 7, İstanbul, 2000

[8] Poroy, A.Akif: Türkiye – AB Medeniyetler Çatışması, s.287-289, Truva Yayınları, İstanbul, 2008

[9] Poroy, A.Akif: Türk Dünyasına Acil Kültürel Destek, I. Uluslararası Büyük Turan (Türk Dünyası) Kurultayına Bildiri, Ankara, Ekim 2011

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.